19 Haziran 2013 Çarşamba

PSİKOANALİTİK YAKLAŞIM (YAPISAL KURAM)

PSİKOANALİTİK YAKLAŞIM
(YAPISAL KURAM)

Sigmund Freud (1856-1939) psikoanalitik kuramın kurucusudur. Kendisi Avusturya’da tıp eğitimi görmüş, özellikle nöroloji alanında uzmanlık çalışması yapmıştır. Psikoanalitik yaklaşım her bireyin kendi geçmişini inceleyen”vaka çalışmaları” yöntemini kullanır. Freud’un getirmiş olduğu kavramlar geniş biçimde tartışılmış ve zamanla psikoloji biliminin değişik alanlarını etkilemiştir.

Freud’a göre insanoğlunun doğuştan getirdiği iki temel kuvvetli eğilim vardır: cinsellik ve saldırganlık. Bu iki temel eğilim insanoğlunun bir toplum içinde uyumlu yaşamasını zorlaştırdığından, cinsellik ve saldırganlık davranışları, ana- baba, öğretmen gibi çocuğun sosyalleşmesinde önemli rol oynayan kişilerce çocukluktan itibaren sürekli baskı altında tutulur ve cezalandırılır.”kardeşine vurma” ,”Yapma! Ayıp!” ,”çek elini orandan terbiyesiz! “ ,”Oranı buranı gösterme elaleme, utanmaz!” gibi ifadeler toplumun cezalandırıcı tutumunu temsil eder.

Freud ‘a göre toplum tarafından hoş karşılanmayan cinsellik ve saldırganlık duyguları bilinçaltına itilirler, çünkü bu tür düşünce ve istekleri sürekli bilinçte tutmak bireyde rahatsızlık yaratır. Bilinçaltına itilmiş arzuların farkında olmayız, ancak onlar bizim davranışlarımızı etkilemeye devam ederler. Psikoanalitik yaklaşım dil sürçmesi, unutmalar, hatalar ve buna benzer davranışları bilinçaltındaki isteklerin ifadesi olarak kabul eder.(Cüceloğlu-2000)
Psikoanalitik kuramlar, özel kişiliği – davranışı yönlendiren bilinçdışı güdüleri-inceler Psikoanalitik kuram kişiliğin nasıl geliştiği ile de ilgilenir.

Freud’un, 50 yıl boyunca duygu heyecan bozukluğu olan kişilerin tedavisi sırasında biçim verdiği kuramlar, 24 cildi bulmaktadır. Freud, insan aklını bir buz dağına benzetmiştir. Suyun üzerinde yer alan ufak kısım bilinçli yaşantıyı; su altındaki çok daha büyük kısımsa bilinçdışını –düşüncelerimizi ve davranışlarımızı etkileyen tutkular ve erişilmez - anılar deposu – temsil eder.

Freud’a göre kişilik üç ana sistemden oluşur: İd - ego - süperego. Her sistemin kendi işlevleri vardır, ancak üçü etkileşimde bulunarak davranışı yönetirler.

İD: İd, yeni doğan çocukta olan kişiliğin en ilkel kısmıdır; daha sonra ego ve süperego idden gelişir. İd, temel biyolojik dürtülerden oluşur: yeme, içme, artıkları atma acıdan kaçma ve cinsel haz elde etme ihtiyaçları. Freud, saldırganlığın da temel bir biyolojik dürtü olduğunu söylüyor.

EGO: Küçük çocuk gerçekliğin taleplerini dikkate almayı öğrendikçe, kişiliğin yeni kısmı olan ego gelişir. Ego gerçeklik ilkesine itaat eder. Uygun çevresel koşullar bulanana dek dürtülerin tatmini geciktirilmelidir. Örneğin, ego gerçek dünyayı göz önünde bulundurarak koşullar uygun olana dek cinsel dürtülerin tatminini geciktirir. Ego, idin talepleri, dünya gerçekliği ve süper egonun talepleri arasında aracılık yapar.

SÜPEREGO: Kişiliğin üçüncü kısmı olan süperego, çocuğa anne-baba ve başkaları tarafından öğretildiği şekliyle toplumun ahlak kuralları ve değerlerinin içselleştirilmiş temsilidir. Temel olarak bireyin vicdanıdır. Süperego bir hareketin doğru mu yanlış mı olduğuna karar verir. İd haz arar, ego gerçekliği test eder, süperego ise mükemmeliyeti arar.

Freud’un Topografik Kuramı, ruhsal yapıyı bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı gibi belirli bilinçlilik düzeylerine ayırmıştır. Bu bilinçlilik düzeyleri, beyinde yer alan anatomik yapılar olmayıp, bireylerin gerçekleştirdikleri zihinsel etkinliklerin ne derece farkında olduğunu ifade eden kavramlardır. Freud, zihinsel etkinliklerin bilinçlilik düzeylerini bir buzdağına (aysberg) benzetmiştir. Bu buzdağının su üstünde kalan kısmı “bilinci”, buzdağının suyun hemen altında kalan az bir kısmı “bilinç öncesini” ve buzdağının suyun derinliklerinde kalan geniş kısmını “bilinçdışını” oluşturmuştur. Freud’un ileri sürdüğü bilinçlilik düzeyleri şu şekilde açıklanabilir.